‘Rıfat derlerdi ama ben Rafael’dim’
12.05.2012 | agos.com.tr
Gençlerbirliði’nin uðuru, camianın bildiði adıyla Rıfat veya Refai Demircan, bir Ankara Ermenisiydi. Asıl adı Rafael olan Demircan, uzun yıllar hizmet verdiði kulübü 1. Lige çıkınca “Bir Ermeni olarak göze fazla battıðı için” yüreði buruk bir þekilde uzaklaþmak zorunda kaldı takımından. Kendini Avustralya’da buldu. Yine de Türkiye’yle yatıp Gençlerbirliði’yle kalkıyor.
Gençlerbirliði’nin uðuru Ermeni Rıfat
Ankara’nın köklü kulübü Gençlerbirliði’nin en sadık taraftarlarından biriydi. Babadan miras taraftarlıðını, kulüp yöneticiliðiyle taçlandırdı. Endüstriyel futbolun burnu havada yönetici tipinden çok farklı bir profil çiziyordu. Futbolcunun her derdine koþan, onunla sevinen, onunla aðlayan, takım daha iyi beslensin diye iþinin gücünün nafakasını hiç düþünmeden feda eden bir gönül baðı demekti yöneticilik onun için. Oyun profesyonelleþtikçe, pasta büyüdükçe, siyasilerin ve para sahiplerinin iþtahını kabarttıkça, onun gibiler de sahneden hızla çekildiler.
Gençlerbirliði camiasının bildiði adıyla Rıfat veya Refai Demircan, bir Ankara Ermenisiydi. Asıl adı Rafael ya da kısaca Raffi olan Demircan, bugün Avustralya’nın Melbourne þehrinde yaþıyor. Uzun yıllar hizmet verdiði kulübü 1. Lige çıkma baþarısını gösterdiði dönemde, “Bir Ermeni olarak göze fazla battıðı için” yüreði buruk bir þekilde uzaklaþmak zorunda kalmıþtı takımından. Çok sevdiði ve çok da sevildiði Gençlerbirliði hayatından çıkınca, Türkiye’de daha fazla barınamadı ve kendini okyanus ötesinde buldu. Bugün hâlâ özlem ve sevgiyle anıyor geçmiþ günleri. Hem Türkiye’yi hem Gençlerbirliði’ni yakından takip ediyor, olumlu geliþmelerle seviniyor, kötü sonuçlara ve kötü olaylara üzülüyor. Yüreði her an, memleket hasretiyle atıyor.
Rafael Raffi Rıfat Refai Demircan’ın, ailesinin 1915’te yaþadıklarıyla baþladıðımız hikâyesi, hem bir futbol tutkununun karþılıksız sevgisini, hem de Anadolu Ermenilerinin yaþadıðı zorlukları anlatıyor. Macerasını, onun aðzından, anlattıðı gibi naklediyoruz.
ROBER KOPTAÞ
rober.koptas@agos.com.tr
1948 Ankara doðumluyum, doðma büyüme Keçiörenliyim. Ankara’nın sayfiyesi sayılan, ailemin yazlık olarak kullandıðı Aktepe'de bað evinde doðdum. Babam Tatyos, anam Sofig. Eski soyadlarını bilemiyoruz. Demircan bizim soyadımız deðil, devletin kafasına göre koyduðu soyad. Biz esas Ankara Stanoz’luyuz ama ben Keçiören’de büyüdüm. Yaklaþık 300-400 yıllık bir mazisi var Stanoz’un. Kilikya'dan göçürülmüþüz. 5000 kiþinin yaþadıðı, üç okulu, üç kilisesi olan, iki dil öðretilen bir okul. Anneannem Sara bilhassa yabancı dilde iyiydi. Onların sülale adı Köseyan’dı.
1915’te dedem iðneyle öldürülmüþ
Adını aldıðım Rafael dedem 1914’te askere alınmıþ. Geri geldiði gün sapsarıymıþ ve ertesi gün ölmüþ. Tek bir laf edebilmiþ: “Bir þeyim yoktu, bana ‘hadi askerliðin bitti’ deyip bir iðne yaptılar.”
1915'e dair çok hikâye var ailede. Onlarla büyüdük. 63 yaþındayım. Hiç aklımdan çıkmadı. Bilhassa babaannem anlatırdı. Babam biraz korkardı, bir þey görmedim derdi, ama hayal meyal babasının geldiðini hatırlıyordu.
Babaannem, “Zir çayı günlerce kan aktı” derdi. Anneannemin babası, amcası ve amcasının çocukları, askere alınma çaðı olan 25-45'in dıþındakilerin hepsi öldürülmüþ. Bir amcamız vardı, ömür boyu korktu. Hiç konuþmamıþtı, Avustralya’ya beni ziyarete gelince anlattı neden korktuðunu. 7 yaþındaymıþ, kafasını jandarmalar Zir çayına sokuyormuþ. Çıkarınca bir daha, “Sok kafanı lan!” diye bir daha… Bu iþkencenin etkisini unutmamıþtı hiç.
Benim anneannem ve babaannem ısrarla anlatıyorlardı. Kadınlar anlatıyor, erkekler susuyordu genelde.
Bu iþi yapan meþhur Dönme Bayraktar Hasan imiþ. O organize etmiþ. Ermeni’den dönmeymiþ ama köyde erkek bırakmamıþ. Ama sonra bir türlü can verememiþ. Can çekiþmiþ günlerce. Bas bas baðırıyormuþ, “Ermeniler, Ermeniler!” diye. Ölmek istiyormuþ ama bir türlü ölememiþ.
Babam siyasetçilerin terzisiydi
Babam çaycı çıraklıðı yapmıþ, okul görmeden, Ankara’nın meþhur Saadettin Fırını'nda çalıþmaya baþlamıþ. Süper akıllı bir çocukmuþ. 80 yaþında Avustralya’da öldü 7-8 sene evvel. Terzilik öðrenmiþler, çok çalıþmıþlar. Ortaðı eniþtesiydi. Ben çocukken kırmızı plakalı arabaların kapıya gelip, provaya gittiklerini anımsıyorum. Celal Bayar zamanında Köþk’e terzilik etti, Cevdet Sunay zamanına kadar devam etti. Çok çalıþkandı, gece gündüz çalıþırdı.
Okulun ilk günü dayak yedim
Ýlkokul zamanı Keçiören'de geçti. Keçiören Çizmeci ilkokuluna yazdılar beni. Eski bir Ermeni eviydi. Beþ katlı, bahçe içinde, her tarafı oymalarla süslü bir binaydı.
Birinci gün, birinci derste, okula isyan ettim. Sırayla sayıyor öðretmen, Nermin Hoca, 282 Erol, kalk oðlum diyor, baban kim, ne iþ yapar? Selahattin, Þekerspor'un baþkanı. Arkasından, 283 Ra-Ra-Ra-fael Demircan, kalktık ayaða. Bu ne ismi? Ermeniyim. Nereden geldiniz? Nereden geldik bilmiyorum, çocuðum, cahilim. Ondan sonra, saðdan, soldan, babanın adı ne? Tatyos. Çocuklar, arkadaþlar, “Rafa! Rafa! Tatyos!” diye alay ediyor. Birinci dersin sonunda dıþarı çıktım. Kavga, dövüþ, üstümdeki önlük, boynumdaki yaka yırtık, eve döndüm. Anam biraz Osmanlıydı. Paltosunu giydiði gibi doðru müdür Salim Erdem'e.
Annem müdüre geldi, nasıl baðırıyor, asla unutamam. Müdür iki metre boyunda ama dünya iyisi bir adam. Nermin Hoca'yı çaðırdı. Sen ne yapıyorsun dedi, suç iþlediðini biliyor musun? Neyse oðlum, hadi git dersine falan... Ýkinci ders geçti, üçüncü ders öðretmen bana, oðlum ben sana bir þey yapmadım ki dedi ve ben o öðretmenle ilkokulu bitirdim. Ama adım Rafa, Rafi, Rafı, artık kim ne uydurursa öyle gitti.
Babaannem tren sesi duyunca aðlardı
Hacıdoðan mahallesinde otururken, olduðu gibi Ermeniydi orası. Babaannem çekirdek çitlerdi, ben kucaðında otururken aðlardı durup dururken, hiç unutamam onları. Bizim Hacıdoðan, tren istasyonuna yakın olduðu için, tren düdüðü duyduðu zaman aðlamaya baþlardı. Vah garipler gidiyor, vah garipler gidiyor diye.
Ortaokul ikide derslerim zayıftı ve okulu bıraktım. Ýbrahim Gobi diye 2 sömestr tayin olan bir hoca vardı. Adımı öðrendikten sonra okulu bırakana kadar enseme çöker, “Dürzü!” diye yüzümü sıraya sürterdi. Ben de okulu bıraktım. Bütün tahsilim bu. Gınkahayrımın (Vaftiz babamın) yanına çırak girdim. Dedi, senin ismin pazarda böyle söylenmez, sana Rıfat diyelim, ismim öyle kaldı. Gımes’di adı, Kımız Bey derlerdi ona da. Babası Ankara’nın meþhur ciðercilerindendi.
Ulus'ta çalıþıyorduk. Baþıma bir olay geldi, onu unutamam. Bizim adımız Rıfat, yanımızda komþumuz var, Ahmet Aðabey, iyi adam. Bulgar göçmeni bir pehlivan. Çalıþıyoruz, altı-yedi ay sonra Ramazan geldi. Benim patron Ermeni, haliyle oruç tutmuyor. Öbürleri dükkanı kapayıp, bir lostra salonunda oruç açıyorlardı. Ben çocuðum, yanlarına gittim, gel bir lokma ye dediler. Ahmet Aðabey, “Ya ne o öyle, oruç tutmazlar bir þey yapmazlar. Herkesin dükkanı kapalı, gavuroðlu parayı götürüyor!” dedi. O benim patrona gavuroðlu deyince, ben de ona Bulgar tohumu dedim. Muhacirdi. Sandalyeyi aldıðı gibi kafama attı, tabii ben kaçtım. Derken patırtı, kütürtü, birden elli kiþi oldu orada. Ben dükkânı kapadım kaçtım. Ermeni diye baðırılmaya baþlandı, basbayaðı üstüme çullandılar. Daha çocuðum halbuki! Bir üsteðmen kurtardı beni kalabalıðın elinden. “Bende Ermenilerin çok emeði vardır” dedi. Yani böyle bir dünya, elli kiþi seni linç etmeye çalıþıyor, biri seni kurtarıyor.
Ankara’nın en iyi maðazasında çalıþtım
Ben orada tezgahtarlıðı çok iyi öðrendim, çok da sevdim. Yanda bir hacı ve oðlu Faruk vardı, parfümeri dükkanı açmaya karar verdiler. Ustamdan izin alarak, bayaðı da para vererek, Anafartalar Çarþısı’nın altında, Yasemin Plak ve Parfümeri Salonu diye bir yer açtık. Bir sene orada çalıþtım. Bu arada, ben toptan mal aldıðım zaman, Kızılay’da meþhur Melek Parfümeri vardı, onun sahibi de Ermeni, benim yanıma gel dedi. 18 yaþlarındayım o zaman. Ankara’nın en iyi maðazasının, en iyi tezgâhtarı oldum bir anda. Pakrat Aðabey’in yerinde.
Ne müþterilerim vardı
Müþterilerim arasında, o zamanın en meþhur insanları, Ýsmet Ýnönü’nün eþi dahil, bana gelirlerdi. Hatta bir gün, yeni tırnak çakısı takımı gelmiþti, çanta içinde, onu tavsiye ettim. Sen dedi, tavsiye edersin de ben almaz mıyım Mevhibe Hanım. Böyle müþterilerim vardı.
Orada 20 yaþına kadar çalıþtım. Bana Rıfat diyorlardı ama, benle üç kere konuþan adama dördüncüsünde mutlaka Ermeni olduðu söylüyordum. Ermeni olduðumu söylemem icap eder sanıyordum. Ortaokul zamanında, Keçiören’de zaten bayaðı arkadaþım oldu, babamın durumu çok iyiydi. Keçiören Spor Kulübü’nün fahri baþkanıydı her zaman, eli cebinden çıkmıyordu, Tatyos Aðabey diyene gece uyanıp para verirdi. Maçta çocuklara prim daðıtırdı. Babam kendini çok sevdiren, çok canayakın, herkes tarafından sevilen bir adam. Ben de onun çocuðuyum. Benim etrafımda bir dolu insan oldu. Beni seven arkadaþlarım oldu ve beni koruyan. Bunlar Kürt çocuklarıydı, neden beni koruduklarını çözemedim o zamanlar. 22 senedir Avusturalya’dayım ve bu tip þeyleri yeni yeni anlıyorum.
Ermeniler konuþmazdı. Yaptıkları iþlerden dolayı susarlardı… Çoðu terziydi, hepsi zanaatkardı zaten, iyi müþterileri vardı, kimseyle dalaþmazlardı. Kasıtlı bir þey olsa bile sineye çekerlerdi. Kaç kere babamı sıkıþtıranlar oldu, kabadayı adamlar, haraç kesmeye geldiler. Benim burnum kırıktır þimdi. Böyle deðildi. Kavga dövüþ ederdim hep.
Gençlerbirliði hayatıma bir girdi pir girdi
Gençlerbirliði var Ankara’da, babam da hastası, hem nasıl hastası. Ben zaten girdiðimden beri üye kayıt kurulundaydım. Yönetime girmezdim, ismimi kimse görmesin diye, R. Demircan diye geçerdi kayıtlarda adım. Birinci yedek üye, üye kayıt kurulu baþkanı oldum devamlı. Uzun seneler öyle gitti. Çok sevdiðim Rafet Genç vardı. Milliyet Gazetesi köþe yazarıydı, siyaset yazarı, Parlamento Gazetecileri Derneði baþkanı, zorla soktu beni yönetime. Dedim, “Aðabey benim adım görünmesin.” “Oðlum” dedi, “Kaç sene geride kaldın, bırak bu sefer adın görünsün, artık kaçma!” dedi. Rıfat, Rıfat gidiyoruz, resmi adımızı görünce laf gelmesin dedim. Bir þey olmaz dedi, ilk defa o zaman yönetime girdim.
Bu iþi sırtlananlar Ankara’nın esnafıydı. Hepsi gönül vermiþti takıma. Tavukçu Hüseyin vardı, ayakkabısını Demirspor’un antrenörüne atmıþ, tek ayakkabıyla geldi eve. Ben 15 yaþımda artık kendim gitmeye baþladım maçlara. Ankara bölge müdüründen davetiye almaya baþladım. Ondan iki davetiye alır, maça giderdim.
Ankara Ermenileri Gençler’i tutardı
Benim Gençlerbirliði taraftarlıðım babamdan gelir. Babam üye deðildi ama taraftardı, beni maçlara götürürdü, ama üye olan Ermeniler vardı. 19 Mayıs Stadı o zamanlar da vardı. Oraya giderdik. Maçtan sonra soyunma odasına giderdik. Saðbek Zeki vardı, Ermeni. Ankaralı. Kalas Zeki derlerdi, kardeþi var, Avukat Orhan. Ankaralı Ermenilerin Gençlerbirliði’ne karþı bir sevgisi vardı. Sonra orada Diran diye bir Ermeni aðabeyimiz de oynadı, çok severdim.
Ben askerden geldikten sonra hemen evlendim. Askerde çok eziyet çektim. Dayaklar yedim, çenem kırıldı, kötü muamele gördüm ama iyi insanlar da vardı. Onlar sayesinde bitirebildim askerliðimi. Tuhafiye dükkânı açtım. Tam Cebeci Stadı’nın tahta köprünün çıkıþ yeri. Maçlara gidiyorum, bir gün kazandılar, iþim de fena deðil, çıkardım prim daðıttım. Ama yönetici falan deðilim. Üye de deðilim, taraftarım. Son bir maç oldu orada, birkaç futbolcu formayı fırlatıp, “Bizden bu kadar” dediler, içime iþledi. O kümede kalma maçıydı, güç bela kümede kaldılar. Sanırım 71 senesiydi. Ondan sonra ben Gençlerbirliði’ne bulaþtım, primler falan vermeye baþladım, çocuklarla samimi olmaya baþladım. Senin ayaðın uðurlu geliyor, deplasmana gel filan derken, 80’e kadar Gençlerbirliði’nin deplasmanını, maçını kaçırmayan adam oldum. Ýkinci ligdeydik daha. Küme düþmemek için senelerce direndik.
Üç beþ deli takımı sırtladık
Ýnsanlar bize, üç beþ deli bu takımı sırtlamıþ götürüyor derlerdi. Ankara’nın parlamenterleri, bize moral destek oluyorlardı. Biz beþ on arkadaþ, beþ on kiþi dıþardan, Hasan Aðabey’imiz vardı, hayatını orada geçirdi. O baþımızda, her sene baþkan seçeriz. Esnaf, sanayide kaportacı çoðu. Ekrem Üstündað var, bunlar kahraman çocuklar. Böyle bir fedai grubu ve hiçbirinin de iþi düzgün deðil. Paralı adamlar falan deðiller. Baþkanlıðı hep Hasan Þengel yaptı. Biz 7-8 sene bu iþi böyle götürdük. O çocuklar da benim gibi, küçüklükten Gençlerbirliði taraftarı. Sonra tabii saðdan soldan büyüklerimiz, yol da gösteriyorlar. Ýlhan Cavcav’ın bir ara talip olduðunu hissettik, geldi, hatta Hasan Aðabey uðraþıyordu onu baþkan yapabilmek için. Ýlhan Cavcav geldi, 78 falandı, 3-4 ay yaptı baþkanlıðı, sonra yapmayacaðım dedi. Ben fabrikasına gittim, bir arkadaþım vardı Alanyalı, Fatih Sipahioðlu diye, onunla ricacı olduk, öyle döndü baþkanlıða… Bilmem hatırlar mı þimdi.
O üç aylık baþkanlık döneminde Gençlerbirliði çok iyiydi. Sonra da, saðdan soldan muhalefet ettirmeyerek, çok kuvvetli bir yönetim kuruluyla geldi Ýlhan Cavcav. Meþhur petrolcü Osman, Milli Birlik üyesi Rıfat Solmazer, Ankara’nın çok önemli esnafları…
Takım küme düþünce Alanya’ya intihar etmeye gittim
Ýlhan Cavcav’ın geldiði ilk sene, takım üçüncü ligden mahalli kümeye düþmüþtü. Ben Alanya’ya intihar etmeye gittim. Çıldırdık... Kulaðımıza geliyor ki düþme kalkacak, Federasyon þöyle yapıyor, böyle yapıyor. Ben her gün Ankara’yı arıyorum, bir haber var mı diye. Sonra haber geldi, düþme kaldırıldı, ikiyle üç birleþtirildi, biz bir anda, mahalli kümeye düþmüþken, kendimizi ikinci ligde bulduk. Ankara’nın en iyi topçularını aldık, Toðman Yamanlar’ı antrenör yaptı, o sene basbayaðı kafaya oynadık. Ben de böylece intihardan döndüm yani.
Aslında ömür boyu küme düþmemeye oynadık. O son maçlarda millete yalvar yakar geçerdi; hiç maç satın alamadık, hatır þikesi kovaladık, bize çok maç bırakan oldu. Ýlhan Aðabey yıllar sonra bunu söyledi, “Maç satmadım ama, maç satan topçum oldu” dedi. Kırıkkale maçında kalecimiz bir sattı, zaten çıkarana kadar maç 3-0 oldu. O sene 3. bitirdik. Ondan sonraki sene Kadri Aytaç’ı antrenör yaptık.
Kadri Aytaç özür diledi
Ýlhan Cavcav, Bahçelievler’de bir lojman yaptı, yatakhaneler falan. Bir akþam çocuklar yemeði yedi, Cemalettin Kaptan ve Galatasaray’lı Ümit yemeðe çıktılar, ben, Kadri Hoca ve Ekrem Üstündað oturuyoruz. Televizyonda bir askeri ateþe öldürüldü diye haber var, bir Ermeni tarafından! Kadri Hoca bir fırladı, bilmem ne yaptıðımın Ermenisi diye! Bir tane Ermeni bulsam keserim falan. Ben uzun Maltepe içiyordum, dıþarı çıktım. Daha sezon baþı, daha takımı yeni kampa topladık, ben dıþarı çıktım. Sonra Kadri Hoca yanaþtı, “Benim hayatımı bir Ermeni kurtardı, ben köprü altlarında hırsızlık yapardım, beni aldı Beyoðluspor’a götürdü, kusura bakma” dedi. “Yahu Hocam” dedim, “ben sana kızmıyorum, ben bu iþlere kızıyorum, seni Ermeni kurtarmıþ da beni kim kurtaracak!” dedim.
Kadri Hoca, sen uðurlu geliyorsun diye, bir daha beni otobüsten indirmedi. O kötü lafı eden kendisiydi ama ben dıþarı çıkınca, Ekrem “Rafet de Ermeni” demiþ; adam hemen dıþarı çıktı, yüzde yüz bir dönüþ yaptı, gönlümü aldı.
Ýþim gücüm Allah’a emanetti
Bir perakendem var, tezgâhtarlarım benden zengin. Bir de çorap çamaþır bayiliðim var. Ondan sonraki sezon da iflas ettik. Ben maç peþinde koþarken, çalıþanlar ceplerini dolduruyor. Hatta bir kere, televizyon almaya gitmiþtim, yeni çıkmıþtı daha renksiz televizyonlar. Televizyoncu bana, “Senin elemanlar iki ay önce aldı televizyonu“ dedi. Ben de dedim helal olsun. Baba malımız vardı, onlara güveniyoruz, satarız kurutluruz diye. Bu Gençlerbirliði bende öyle bir hastalık ki, insanın gözü para görmüyor.
Öyle anlar geliyordu ki, kendimi Ankara’nın en tanınmıþ adamı sanıyordum. Gittiðim yerde itibar görüyordum, seviliyordum. Ben amatör þubeler ve altyapı sorumlusu diye geçerdim. Çocuðunu alan bana geliyordu, aðabey þu çocuða bir bak diye. Ýki üç kereden sonra, “Oðlum bana fazla yanaþmayın ben Ermeniyim” derdim. Bunların içinde çok sevenler oldu beni, çok samimi olduðum insanlar oldu. Biz Ankaralıyız, beraber erik çaldıðımız adam Emniyet Müdürü oldu.
Laf atanları anlamazlıktan gelirdim
Ermeni olduðum için çok bir þey yaþamadım, ama ortam biraz gerilse bazı laflar çarparlardı bana. Gerçi ben anlamazlıktan gelirdim. Denizaltı diye bir yer vardı, bize baðlı sayılırdı, bürokratların filan gelip zaman geçirdiði bir yerdi. Gençlerbirliði’nin hiç parası yoktu. Denizaltı’na gittim, “Abiler dedim, bir deplasman parası çıkarın.” Hiçbir þey çıkmadı, kimse elini cebine atmadı. Ertesi gün, ben oraya gidip kapıya “Burası kapanmıþtır” diye yazı yazıp altına imzamı attım. Futbolculara nazari dershane yapacaðız dedik, öyle de yaptık. O zaman biraz kızdılar bana. Ermeni’yim diye laf edenler oldu, ama piþkindim ben, iþi kalenderliðe vurup duymazdan geliyordum.
1. lige çıkınca Ermeniliðim göze battı
Gençlerbirliði 2. Ligde þampiyon olup 1. Lige çıkınca benim Ermeniliðim göze batmaya baþladı. Fazla öne çıkmayayım dedim. Yüzler gerildi bana karþı. Hatta bir Galatasaray maçında iyi de bir küfür yedim. Futbolcuların yanında, kulübede otururdum ben, o kadar sevilirdim. “Bu Ermeni hep böyle takımın baþında mı çıkacak!” diye kulaðımın dibinde söylediler. Ondan sonra çekildim ben. Maçlara gidiyordum ama iþim de bozuldu. 1985’te iyice soðudum. Soðuduðum maç; Eskiþehir’le kupa finali oynayacaktık. Ýlhan abi, “Seni kulübün önünde alırım, maça beraber gideriz” dedi, beni uðurlu sayardı çünkü. Stad otelinde kamp yapardı takım. Her maçta, oðlumu alır, onun arabasıyla maça gider, bir simit yerdik amatör kümede. O Eskiþehir maçında, kulüpte bekliyordum, araba geldi, baktım önde baþka biri oturuyor, araba dolu. Sen baþka arabayla gelirsin dedi, hissettim, o þampiyonluk maçına gitmedim. Ankara’da 5-0 yenmiþtik, Eskiþehir’de 2-1 yenildik galiba ve kupayı aldık, ben de ondan sonra maça gitmedim.
Tanıl Bora saðolsun, Gençlerbirliði kitabında benden üç yerde bahsediyor, üçü de yüzde yüz doðru. Bize üç deli derlerdi. Turgut Sincan, Zeki, ben… Federasyon’dan düþme kararını beklerken, saatlerce aðladık. Öyle bir hale gelmiþtik ki geldiðimiz arabayı kaybettik, yürüyerek döndük.
85’teki kupadan sonra koptum. Dıþlandıðımı hissettim, idare heyeti çok büyüdü, biz küçüldük, kendimizi dıþarda bulduk. Gitmedim bir daha… Sonra da kendimizi Avustralya’da bulduk, 1988’de buraya geldim.
Buraya gelmeme bir ay kala beni sevenler beni Cavcav’a götürdüler. Cavcav bana çocuklara bir þey alırsın diyerek para verdi. Helalleþtik… Buraya geldikten sonra, 1993’te eþim ölünce beni aradı, geri döneyim diye biletimi gönderdi. Bak sana söylüyorum, Cavcav ölüyorum diyene bir bardak su vermez ama bana yaptı bunu.
HRANT DÝNK ÝÇÝN CUMHURBAÞKANI SEZER’E MEKTUP YAZDI
Rafael Demirci, 2006 yılında, Hrant Dink devlet, yargı ve medya tarafından Türklüðü aþaðıladıðı ithamıyla kıskaca alındıðında, dönemin Cumhurbaþkanı Ahmet Necdet Sezer’e bir mektup yazmıþ ve “Hrant Dink’i düþman ilan edenler, Türkiye’nin düþmanlarıdır. Türkiye’ye asırlardır zarar verenlerdir” demiþti. Hrant Dink, Demircan’ın mektubunu Agos’taki köþesinde yayınlamıþ ve Demircan’a “Ýyi ki varsın” sözleriyle teþekkür ettmiþti.
Ýyi ki varsınız
HRANT DÝNK
4 Aðustos 2006
Hepinizin baþına gelmiþtir. Bazen tüm sıkıntılar üst üste gelir.
Kendinizi çapraz ateþ altında hissedersiniz.
Saðda bir dostunuz ölür, solda bir sevdiðiniz hastalanır, bu tarafta siyaseten Devlet’ten kalleþ bir darbe yersiniz, diðer tarafta içinizden birinin, bir yakınınızın fiskesiyle parelenirsiniz.
Kendinizi bir köþeye sıkıþmıþ hissedersiniz. “Yetti gayrı” diye haykırasınız gelir. Derken girdiðiniz o sıkıntı dehlizine bir el uzanır, alır sizi tekrar sabahın þafaðına çıkarır ve kulaðınıza þöyle fısıldar: “Haydi, devam et, diren, dayan, pes etmek yok.”
***
Son haftalar benim açımdan hep böyle geçiyor. Birgün Reha Maðden ölüyor, diðer gün Duygu Asena. Bir gün Ali Bayramoðlu hastalanıyor diðer gün Mehmet Uzun. Bir gün Devlet’in Yargıtay’ı iþlemediðim bir suçla beni altı aya mahkum ediyor, diðer gün kendi toplumum içinden sayısı az da olsa insanlar çıkabiliyor ve “Oh olsun, aldıðın ceza az bile” diyebiliyor.
Bir dehlize sıkıþmak iþte tam da bu.
Derken eller uzanıyor size yakından ve uzaklardan.
Tanıdıðınız ya da tanımadıðınız.
Saðolsunlar, imzalar topluyor, bildiriler yayınlıyorlar. Olmayan suçunuza iþtirak ediyorlar ve alıp mücadelenin ortasına çıkarıyorlar aynı dirençle.
“Haydi devam et, diren, dayan, pes etmek yok.”
***
Elini uzatanlardan biri de Avustralya’nın Melbourne’undan bizim Raffi. Dayanamamıþ Cumhurbaþkanı Sezer’e bir mektup yazmıþ. Bir örneðini bana da göndermiþ. Tam metni þöyle:
“Sayın Cumhurbaþkanım
Mektubuma baþlarken sevgi ve saygılarımla ellerinizden öper saðlıðınız ve baþarılarınız için dua ederim.
Sayın Cumhurbaþkanım, ben 40 yaþına kadar Türkiye’de yaþamıþ, 18 senedir Avustralya’da yaþayan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeni kökenli vatandaþıyım. Babam, rahmetli Celal Bayar, rahmetli Adnan Menderes, rahmetli Cemal Gürsel, rahmetli Cevdet Sunay gibi büyüklerimizin terziliðini yapmıþ, 13 sene evvel buraya gelmiþ. Geldikten 3 sene sonra Türkiye’yi sayıklayarak gözü arkada vefat etmiþtir. Sayın Cumhurbaþkanım, ben Türkçe’den baþka dil bilmem. Türkiye’den gelen gazeteleri okuyarak, haberleri dinleyerek, tek baþına, Türkiye’yi sayıklayarak yaþayan bir insanım.
Bu arada Türk-Ermeni iliþkilerinde arada kalan, bu yüzden Hrant Dink ve Etyen Mahçupyan’ı buraya davet edenlerdenim.
Hrant Dink’in 2003 ve 2005 yıllarında Sydney ve Melbourne’da yaptıðı konuþmaları iyi dinleyen, iyi anlayan biriyim. Mahkum olduðu zehirli kan lafını Türkler’e deðil Ermeniler’e söylemiþtir. Üstüne basa basa “Türkler’le uðraþmayı bırakın, enerjinizi Ermenistan’daki fakir insanlar için harcayın” demiþtir. Bu yüzden birçok Diaspora Ermeni’sinin tepkisini çekmiþtir. Ama iþin güzel tarafı burada yetiþen yüzlerce Ermeni gencine, aklı baþında insanlara fikrini kabul ettirmiþtir.
Ve Sayın Cumhurbaþkanım, Hrant Dink Türkiye’nin, Ermenistan’ın insanların yanyana iyi yaþamasını isteyen, bu yolda çalıþan, didinen bir aydındır. Hrant Dink’i düþman ilan edenler, Türkiye’nin düþmanlarıdır. Türkiye’ye asırlardır zarar verenlerdir.
Sayın Cumhurbaþkanım, sizin vakur, mütevazi, dürüst, örnek bir insan olduðunuzu bildiðim için affınıza sıðınarak bu mektubu yazdım. Bütün dileðimiz, umudumuz, Hrant Dink’in sizin gönlünüzde, vicdanınızda beraat etmesidir.
Sayın Cumhurbaþkanım tekrar sevgi ve saygılarımla ellerinizden öper, saðlıðınız, baþarılarınız için dua ederim.”
Rafael Demirci.
***
Hepinizin baþına gelmiþtir. Bazen tüm sıkıntılar üst üste gelir.
Kendinizi çapraz ateþ altında hissedersiniz.
Saðda bir dostunuz ölür, solda bir sevdiðiniz hastalanır, bu tarafta siyaseten Devlet’ten kalleþ bir darbe yersiniz, diðer tarafta içinizden birinin, bir yakınınızın fiskesiyle parelenirsiniz.
Kendinizi bir köþeye sıkıþmıþ hissedersiniz. “Yetti gayrı” diye haykırasınız gelir.
Derken girdiðiniz o sıkıntı dehlizine bir el uzanır, alır sizi tekrar sabahın þafaðına çıkarır ve kulaðınıza þöyle fısıldar:
“Haydi, devam et, diren, dayan, pes etmek yok.”
***
Saðolun dostlar. Saðol Raffi.
Ýyi ki varsınız.
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/1378/...-ben-rafaeldim


Alıntı
” diye mail attım. Cevabına kahkahalar attım;
Paylaþ